ANALİZ

Emredersiniz komutanım!..

Biz gazeteciler genelde herkese karşı aynı şekilde davranıyoruz… Ya aşırı öfkeliyiz… Ya aşırı yumuşak… Oysa sert olana sert, yumuşak olana biz de yumuşak olmalıyız…

Emredersiniz komutanım!..

GAZETECİLER.COM ÖZEL ANALİZ

YAKUP MURAT

Delikanlı, üniversite okumak için geldiği İstanbul’un ünlü semti Perşembe Pazarı’nda ülke çapında bir armatür şirketinde çalışmaya başladığında henüz 19 yaşındaydı…

Ve geceleri Şişli Düğün Salonu’nun dans orkestrasında solistlik yapıyordu aynı zamanda…

Armatür sanayinin satış merkezindeki işi, bölümler arasında evrak getirip götürmekti…

21 yaşına geldiğinde şirketin patronlarından yaşça küçük, hisse olarak büyük olanının dikkatini çekmişti…

Sürekli gülen yüzü, saygılı tavrı ve sorulan sorulara çok seri ve akıcı bir konuşmayla cevap vermesini çok sevmişti patron…

İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nin gece bölümünde okuduğunu öğrenmişti şirketin satış müdüründen…

Satışa alın bu çocuğu, pratik yapsın” demişti…

Ve…

Satış servisine aldılar delikanlıyı…

Sabahtan, öğleden sonra saat dörde kadar şirkette çalışıyor, oradan da dolmuşa binip Sultanahmet’teki okuluna gidiyordu.

Eğer o gece düğün varsa, son dersi beklemeden çıkıp otobüse biniyor Şişli’ye gidiyordu şarkı söylemek için…

Bir süre sonra düğün salonundan ayrıldı…

Çünkü ayın en az on beş gününü İstanbul dışında geçiriyordu…

Yurdun bütün şehirlerinde bayileri vardı çalıştığı şirketin…

Onları ziyaret ediyor, sipariş alıyor veya yeni bayilikler için rapor düzenliyor, bu arada borcu olanlardan da tahsilât yapıp dönüyordu…

* * *

Öylesine hızlı parladı ki şirket içindeki yıldızı…

23 yaşına geldiğinde satış şefi olmuştu…

Bu arada, hem bayilerle ve hem de patronlarla kurduğu ilişkiler diğer çalışanlar tarafından hem gıptayla izleniyor ama bir yandan da kıskanılıyordu…

* * *

Yaşça küçük hisse olarak büyük olan patron, karşısında kim olursa olsun yüksek ve sert sesle konuşan çok çabuk öfkelenen bir tipti…

Yaşça büyük hisse olarak küçük patron ise çok geç sinirleniyor ve öfkelendiğinde ise bağırıp çağırmadan kızdığı personelle ilişkisini bitiriyordu…

Genç satış şefi iki patronunu da çözmüştü…

Çabuk öfkelenen ama siniri bir saman alevi gibi geçen patronla konuşurken sesini yükseltiyor, bazı fikirlerine itiraz ediyordu…

Piyasada olan siz değilsiniz benim… Bırakın da piyasada neler olup bittiğini sizden daha iyi bileyim” dedi bir gün…

Elleri kolları oynuyor, sesi en üst perdeden çıkıyordu…

Patron söylenerek iki üst kattaki odasına çıkmak zorunda kaldı…

Aradan birkaç dakika bile geçmeden genç satış şefini odasına çağırtıp, “anlat bakalım nerede yanılıyorum” derken öfkesi geçmişti bile…

* * *

Birkaç gün sonra, şirketin, patronu görünce kaçacak delik arayan diğer çalışanları genç şefin patrona nasıl kafa tuttuğunu anlatıyorlardı birbirlerine…

Ve ona rağmen patronun yine de pek çok konuda kırklı yaşlardaki satış müdüründen değil ondan bilgi alıyor oluşuna şaşırıyorlardı…

* * *

Bu arada bir şeyi anlayamıyorlardı…

Öfkeli patronla konuşurken aynen onun gibi ellerini kollarını sallayan, bağıran çağıran genç Şef, kinci ve geç öfkelenen ama öfkelendi mi de bir daha geriye dönüp bakmadan ipleri koparan patronla konuşurken sesini yükseltmek bir yana hiç konuşmuyordu bile…

Sadece dinliyor arada bir de “haklısınız efendim” diyordu…

Ama…

Sonunda o patron da bir malın üretim adedi ve fiyatlandırması konusunda genç şefin fikrini alıyordu…

* * *

Bu arada hem inşaat piyasasını öğrenmişti hem de Türkiye çapında inşaat malzemesi satıcılarının hemen hepsiyle tanıştı…

Bir gün ve ondan sonraki günler satış müdürü işe gelmeyince ayrıldığı(!) anlaşıldı…

Oysa ayrılmamış, kovulmuştu…

Çünkü…

Yaşça büyük ama hisse olarak küçük patron, yaşça küçük ama hisse olarak büyük kardeşine, “bu adamı kovmazsan beni bir daha bu şirkette göremezsin” diyerek rest çekmişti…

Ağabeyine büyük saygı duyan kardeş, satış müdürünü hemen göndermişti…

Ve…

Satış şefi, satış müdürü kovulduğunda artık 25 yaşına gelmişti…

Üniversitede de son sınıfa geçmiş ve hatta evlenmişti bile…

* * *

Bir gün yönetim kurulu toplantısına çağrıldığını haber verdi patronun sekreteri…

Heyecanlandı…

Adeta içine doğdu güzel şeyler olacağı…

Mevcut şefler içinde kıdem olarak en geride ve yaşça da en genç olanıydı…

Ama…

Satış müdürlüğünü kendisine yakıştırıyordu…

Ve…

İçine doğduğu gibi oldu…

Satış şefi olarak girdiği yönetim kurulu toplantı odasından Satış Müdürü olarak çıktığında dudaklarına yerleşen gülümsemesine mani olamıyordu…

* * *

27 yaşına geldiğinde, şirketin 57 yaşındaki genel müdürü sıkışık trafikte makam arabasının arka koltuğunda kalp krizi geçirip öldü…

Cenaze törenine kot pantolonla gittiği için patron tarafından azarlandı…

Ne giyecektim efendim?.. Smokin mi?” diyerek Abide-i Hürriyet camiinden ayrıldı…

Ertesi gün işe gittiğinde yine çağrıldı yönetim kurulu toplantı odasına…

Bunu duyan finansman müdürü hanımefendi odasına geldi genç satış müdürünün…

Camii avlusunda patronla yaptığı tartışmaya bizzat tanık olmuştu…

Ah be çocuğum” dedi odasının kapısını açıp… “Sonunda olacağı buydu… Alttan al bari de kovulmayasın”…

Sonra da kapıyı çekip gitti…

* * *

Genç satış müdürü ise kovulacağına ihtimal bile vermiyordu…

Gülümseyerek girdi toplantı odasına…

Yönetim kurulu üyelerinin üçü erkek kardeş (En büyük ağabeyin kendi fabrikası vardı ve çok küçük bir hisse ile ortak olduğu halde yönetim kurulu başkanıydı), diğer ikisi ise kız kardeşleriydi…

En büyük hisse sahibi olan kardeş aynı zamanda kardeşlerin en küçüğüydü…

Hoş geldin” dediler hepsi aynı anda…

Yüzleri gülüyordu…

Yönetim Kurulu Başkanı en büyük ağabey; “seni genel müdür tayin ettik” dedi…

O da en küçük kardeşi gibi sert ve hatta emreder gibi konuşurdu genelde…

Genç satış şefi güldü…

Emredersiniz komutanım”…

Yönetim Kurulu Başkanı hariç diğer dört kardeş kahkahalarla güldüler yeni genel müdürlerinin bu “otoriteye” boyun eğişine(!)…

* * *

Peki…

Nasıl olmuştu da böylesine genç bir adam hem de henüz 27 yaşında öylesine güçlü bir şirketin genel müdürü olabilmişti…

Genel müdür olduğu tarihten 30 yıl kadar sonra bir televizyon programına konuk edildiğinde soruldu bu soru kendisine…

Şunları söyledi…

Karşımdaki benimle konuşurken gülümsüyorsa ben de gülümserim… Karşımdaki kişi benimle konuşurken beni insan yerine koymazsa ben de onu insan yerine koymam… Devletlerarası ilişkilerde buna mütekabiliyet/karşılıklılık ilkesi diyorlar… O ilke insani ilişkilerde de aynen geçerli… Çünkü bir insanı ancak onun size davrandığı gibi davranarak etkileyebilirsiniz… Aksi halde ezilir gidersiniz…”

* * *

Bu, öykü gibi ama gerçekten yaşanmış hayatı ve kişiyi neden mi anlattım?..

Hem gazetecilerimiz hem de politikacılarımız için…

Çünkü…

Biz Türk politikacıları ve gazetecileri genelde herkese karşı aynı şekilde davranıyoruz…

Ya aşırı öfkeliyiz…

Ya aşırı yumuşak…

Oysa sert olana sert, yumuşak olana biz de yumuşak olmalıyız…

Yakup MURAT

ÇOK OKUNANLAR
Yorumlar