ALKIŞ

Alkışlar Ahmet Taşgetiren için...

Ahmet Taşgetiren bugünkü yazısıyla adeta milyonların sesi, duyguların tercümanı olmuş...

Alkışlar Ahmet Taşgetiren için...

Operasyonlar, gözaltılar, tutuklamalar ve dolup taşan cezaevleri..

Amerika'da keyif çatan bir teröristin çilesini çeken...

Cumhurbaşkanının yaverlerini, Genelkurmay Başkanının emir subaylarını casus gibi kullananan bir terörist...

Ahmet Taşgetiren'in deyişiyle, "Mutfak bütçesinden para ayırıp öğrenci bursu veren kadınları Çağlayan Adliyesi önünde eyleme sevkeden" bir terörist... 

İşte bu teröriste "gel" diyor usta kalem,  "Gel ve suçunu kabul et" çağrısında bulunuyor...

 Civanmerdliğin kırıntısı varsa, gel teslim ol ve “İnsanları bırakın beni yargılayın” de.

“Medrese-i Yusufiye” de bulunmak hep başkaları için mi şeref?" diyor ama sesini duyan yok..

Zira Ahmet Taşgetiren'in söylediği o sıfatlar yok Pensilvanya'daki zatta..

Olsa...

Ahmet Taşgetiren milyonların duygularına tercüman olduğu için alkışı haketti.

İşte Ahmet Taşgetiren'in alkışladığımız o yazısı:

"Binde birini tanımıyor”dun öyle mi? Bu kıvırma eylemi mi? Belediyeler parsel parsel rant aktarırken yolsuzluk iddiası falan yoktu. Her şeyi “Hizmet” haketmişti.

Ondan sonra savaşı yolsuzluk diye başlattın. Sana verilen emniyet ve yargı alanını, verenlere karşı kullanmaya kalktın.

Mutfak bütçesinden para ayırıp öğrenci bursu veren kadınları Çağlayan Adliyesi önünde eyleme sevkettin.

Bıyığı terlememiş gençleri twit savaşında malzeme olarak kullandın.

Özel kalem müdürü güvenine layık görülen adamlarını, devletin en mahrem toplantısını dinleyip medyaya servis yapma işinde kullandın.

Cumhurbaşkanının yaverlerini, Genelkurmay Başkanının emir subaylarını casus gibi kullandın.

Binde birini tanımıyorsun öyle mi?

Yargıdaki ve jandarmadaki elemanlarına operasyon yaptırıp devletin Suriye politikasını vurmaya kalkıştın.  

Banka kurtarmaya sevkettin gönüllerini çeldiğin onbinlerce insanı. Öyle bir katakulli idi ki bu, hizmet gönüllüsü adamlar, başka bankadan para çekip Bankasya’yı kurtarmak için yatırdılar.

Amerika ile, AB ile, İsrail ile, Tayyip Erdoğan’a karşı kumpasta el ele verdin.

Ve geldin, sonunda darbe fitilini ateşledin.

Gözü dönmüşlüğün zirve yapması idi bu. Polisleri kullanmıştın, savcı ve hakimleri kullanmıştın, öğretmenleri, gençleri kullanmıştın, gariban ev kadınlarını kullanmıştın.

Savaş, savaş, savaş.

Dünyada “dialog” diyen bir hareketi, kendi ülkesinde savaşa soyundurmuştun.

Tankları sürdürdün milletin üzerine, F-16’ları, helikopterleri sürdürdün, kurşun yağdırttın...

Bir profesör çıkmış, “Şu sıralar albay olsaymışım” dedi, senin adına. Darbe gecesi, bir gazeteci, senin adına “Yok canım, Cumhurbaşkanı kurtulmuş olamaz” diye konuştu.

Gazetelerin, dergilerin, televizyonların savaş diline göre ayarlandı.

Üç vakte kadar bir şeyler olacaktı Tayyip Erdoğan’a, senin küflenmiş rüyalarına göre.

Bütün bu zamanlarda sana “Harcama bu insanları” diye seslendim. “Dünyada annesinden başka kimsesi olmayan ve bütün sızlanmasına rağmen annesini dinlemeyip, karın tokluğuna Moğolistan’a öğretmenlik yapmaya giden gencin duygularını harcama” dedim.  

Şunu söyleyebilirim: Ben senden daha çok hassasiyet gösterdim bu yapıya, bir islami birikim heba olmasın düşüncesiyle.  

Bozuk para gibi harcadın ümitleri.

Şimdi bana gelen mektuplarda nasıl bir acının yaşandığını gözlemleyebiliyorum.

Amerika’dasın.

Amerika sana kol kanat gersin diye çırpınıyorsun. Amerika’nın Tayyip Erdoğan’a yönelik öfkesi, senin umutlarının odaklandığı nokta.

Savaş çığırtkanlığı yapan bütün elemanlar, Türkiye dışında bir ülkeye kapağı attılar. Kimi Kanada’da arz-ı endam ediyor, kimi Amerika’nın şu veya bu eyaletinde. Kimi David olmuş, kimi Hans. Oralarda Türkiye’yi vurmak için seferber olmuşlar hepsi. Tepedekiler Türkiye karşıtlarının kucağında bulduğunu sanıyor kurtuluşu.  

Türkiye’de Bankasya’yı yaşatmak için seferber olan öğretmenler yaşıyor acıyı. Himmet toplayan, burs bulan kadınlar yaşıyor.

Bu dramı anlar mısın sen?

“Gel, biraz civanmerdlik varsa, ‘Beni alın, ötekileri bırakın, herkes benim çağrıma uydu, bedeli ben ödemek isterim’ de” diye seslendim. Duymadın galiba.

Üfürüyorsun oradan hala. Bedduadan beri, kimyanın bozulduğu gün gibi aşikardı. Şimdi “Yuf”larla konuşuyorsun. Aynı kimyevi bozukluk yansıyor yüzüne. “Bu mu muhabbet fedaisi?” diye soruyorum kendime.

Ben “Allah” değil “alla” dermişim. Bu ancak senin gibilerin aklına gelir. İki yüz yok, bende. İki yürek yok. “Allah’a bağlı bir hayat”ı konuşuyorum insanlarla, kendimle. Sen kendi yüreğine bak bir, orada hangi fırtınalar esiyor ki, böylesine bir ufunet yansıyor kameralara?

Geldiğin bayağılıktaki son nokta ise benden “Koca göbekli adam”  diye bahsetmen olmalı. Fizik bir aşağılama bu. Ben senin dilinle konuşmam, bu bayağılığa bayağılıkla karşılık vermek olur, ama kendi kendine bak bakalım, sen nesin?

Son hamlen, sözümona sahip çıkarak Ali Bulaç’ı hapishanede darbelemek oldu.

Tekrarlıyorum, civanmerdliğin kırıntısı varsa, gel teslim ol ve “İnsanları bırakın beni yargılayın” de. “Medrese-i Yusufiye” de bulunmak hep başkaları için mi şeref?

ÇOK OKUNANLAR
Yorumlar 1 yorum