MEDYA KÖŞESİ

Ahmet Altan ve Çongar, Evrim'i uğurladı

Taraf bugün sayfalarıyla genç yazarı Evrim Alataş'ı uğurladı. Gazetenin iki tepe ismi Ahmet Altan ve Yasemin Çongar bugün köşelerini Evrim'e ayırmışlar.

Ahmet Altan ve Çongar, Evrim'i uğurladı
GAZETECİLER.COM
Taraf bugün sayfalarıyla genç yazarı Evrim Alataş'ı uğurladı. Gazetenin iki tepe ismi Ahmet Altan ve Yasemin Çongar bugün köşelerini Evrim'e ayırmışlar.

Yasemin Çongar

Affet bizi Evrim...
Evrim Alataş  dün sabah sekizde, Diyarbakır’da son nefesini verdi.

Evrim Alataş otuz dört yaşında bırakıp gitti bu diyarı; onu okuyanlara, kelimelerini tanıyanlara nefesini bırakıp gitti.

Geride kalmayı erken öğrenenlerimizdendi o...

Vakitsiz bırakıp gidenlerin, bu hayattan erken koparılanların “nefesini”  kendinde tutmayı, o nefese, kendi nefesini katmayı; gidenleri, kelimelerinde yaşatmayı bilenlerdendi.

Şiddetin en acımasız olduğu dönemde, Kürtler Vadisi’nin bağrında, “hem Alevi, hem Kürt, hem komünist bir ailenin kızı” olarak büyümüştü Evrim.

Malatya’nın, ikisinde Alevi Kürtlerin, birinde Sünni Türklerin yaşadığı üç mahalleli Gölpınar Köyü’nde doğmuş; 1970’lerin ikinci yarısında, her cuma hiç sektirmeden köylerini basan askerlerden oyuncak tabancasını saklamasını “ilk bölücü eylemi” saymıştı sonradan.

O köyün “olağanüstü hallerini” Her dağın gölgesi Deniz’e düşer kitabında anlattı Evrim; kendisinden yirmi iki gün önce doğan ve 20 Mayıs 1994’te, henüz on sekiz yaşında, dağa çıkarken öldürülen arkadaşı, köylüsü Fidel Töre’ye nefesini vererek yaptı bunu.

Gencecikken hayattan koparılan Fidel’e, yazarak hayat verdi.

Fidel’i değil sadece, dayısı Teslim Töre üzerinden 1960’ları, 1970’leri, Nurhak’ı ve 12 Eylül’ün zifiri karanlığını da yazdı; Gölpınar’ı değil sadece, o karanlığı delmeye çalışan bütün bir bölgeyi, bütün bir ülkeyi de yazdı.

O kitabını  ve daha önce basılan Mayoz Bölünme Hikâyeleri’ni okuyanlarınız, Evrim’in, hayat gibi ölümün gözlerine de gülümseyerek baktığını bilirler; Kürtler Vadisi’ni Taraf’ta takip ettiyseniz, yazılarından tebessümün hiç eksilmediğini hissetmişsinizdir.

Dün sabah Mustafa telefonla arayıp, Evrim’in haberini verdiğinde, yere çöktüm.

Ağır bir suçun altında ezilerek, cezamın hem çok ağır, hem de kifayetsiz olacağını  bilerek öylece oturdum bir süre...

Onunla konuşmadığım her gün için, onunla konuşamayacağım her gün için; sormadığım her hatırı, soramayacağım her hatırı için kahroldum, kendime kahrettim.

Sonra onun kelimelerine sığındım kudretsiz.

Kendi nefesini Fidel’e verdiği, askerlerin vurduğu Fidel’in gözlerinden, ölümün gözlerine gülümseyerek baktığı, kudretli kelimelerine.

“Ruhum tam sıvışacaktı ki bir bağırsak parçası buldum yerden, bağladım bacağını bacağıma” diye yazmıştı Evrim, Fidel’in ağzından, “Askerler beni sürüklediğinde daha bir gayretkeş oldu ruhum. Ama beceremedi. Beceriksiz işte! Biraz becerikli olsaydı burada böyle uzanır mıydım? Ona söz verdim, bugün sabah altıda serbest bırakacağım. Tanrılar katına mı çıkar, beyhude dolanıp durur mu ortalıkta, Araf’ta asılı mı kalır, kendi bileceği iş!”

Kitabı kapadım.

Araf’ta asılı  kalmayacağından emin, veda ettim Evrim’in ruhuna.

Tanrı’nın  “Kürtlere haksızlık ettim” diye ondan özür dileyeceğinden emin, ben de özür diledim Evrim’den.

Affet beni, affet bizi Evrim.

Sen buradayken sana yeterince dokunamadığımız, seni burada tutacak kuvveti kendimizde bulamadığımız, sen giderken geride kaldığımız, ardından öylece bakakaldığımız için.

Güle güle sevgili kardeşim.

Ahmet Altan

Acı ve öfke

Bu bizim ilk ölümümüz.

İlk acımız.

Çok genç burada çalışan çocuklar, onların arasından birini kaybetmeyi, doğrusu ya hiç beklemiyordum.

Bir gazete yaşadıkça  ölümü görür, onu yapanlar yavaşça gider... Gazete yaşar, onu yapanlar yavaşça ölür.

Yavaşça ve sırayla.

Beklenilen budur.

Otuz dört yaşındaki genç yazarın ayrılışı değildir beklenen.

Çoktandır hastaydı Evrim, yazılarına hep biraz endişeyle ve her yazıda biraz sevinerek bakardık.

"Yazabildiğine göre demek ki iyi" diye.

Son yazısı  daha yeni çıkmıştı ve sabahleyin bir telefon, "Evrim'i kaybettik."

Yaşamı  her açıdan zordu, o zorluğun içinden çıkarırdı o yazıları.

Hiç yakınmadan, acısını sezdirmeden, her zaman hayata karşı biraz alaycı, her zaman dertlere biraz yukarıdan bakarak.

Bizi çok sert eleştirirdi.

Sonradan duydum ki bütün o sert eleştirilerine rağmen sırf bu gazetede yazdığı  için onu oralarda çok hırpalamışlar.

Çok üzmüşler.

İnsafsızlık her yerde aynı.

Bir yazarı, bir çocuğu kaybettik.

İnsanın bir gazete hazırlayıp, hiç görmediği, hiç konuşmadığı, hiç tanışmadığı ama çok sevdiği, ona söylemeden evlat edindiği, içi titreyerek, endişeyle, en sert eleştirilerini bile şefkatle okşayarak benimsediği birinin resmini o gazetenin üstüne siyah bir çerçeveyle koyması kolay değil.

Gazetenin içinde dolaşan arkadaşlarının bastırılmış, zapt edilmiş kederinin arasında kendi kederini de gizleyerek dolaşması kolay değil.

Ona "yirmi soru"nun cevaplarını sormuşlardı.

"Öldüğünde tanrının sana ne demesini istersin" sorusuna, "haklısın, Kürtlere haksızlık ettim" demesini istediğini söylemişti.
ÇOK OKUNANLAR
Yorumlar