MEDYA KÖŞESİ

28 Şubat’ın medyasını yargılamak çok mu zor?

Yeni Akit yazarı Ali Karahasanoğlu, 28 Şubat davası dosyasının Yargıtay'da bekletilmesinin izahının olmadığını söyledi. Karahasanoğlu, "Her şeyi ile, halkın gözünün önünde cereyan eden bu olaylar için, yargılamalar bu kadar zor olmamalı" dedi.

28 Şubat’ın medyasını yargılamak çok mu zor?

"Darbenin asker kolunu görüp, medya kolunu görmezden gelmek..Asker sınıfından generalleri yargılarken, sivil sınıftan işadamı generalleri yargılamadan muaf tutmak..Hiç akıl kârı değil..Oysa, dava basit..İddia basit..Yargılama da basit olmalı.." diyen Yeni Akit yazarı Ali Karahasanoğlu, Hürriyet, Cumhuriyet, Milliyet'te o dönem çıkan manşetleri hatırlattı. Suçların açık, delillerin ortada olduğunu söyleyen yazar, "“Bizim yaptığımız gazetecilik” diyenlere, “He he.. Biliyoz zaten” der, cezaları bastırırsınız.." ifadelerini kullandı.

28 Şubat’ın medyasını yargılamak çok mu zor?

Hukukçu olmasaydım, belki ben de “Bir bildikleri vardır” derdim.

“O kadar da basit değil canım. Her şeyin usûlü, yordamı vardır” derdim..

“Hukukun gereği, demek ki böyle işletiliyormuş” derdim.

Kusura bakmayın..

Hukuki kavramlarla konuyu boğmaya hiç gerek yok.

Entel-dantel açıklamalarla, yargılamalardaki uzunluğun, tekrar tekrar ertelenen duruşmaların, şimdi de son olarak Yargıtay’da dosyanın bekletilmesinin hiçbir mantıklı izahı yok.. Olamaz.

Neden bahsediyorum?

Tabii ki 28 Şubat davasından..

Olay tarihi 1997..

İddianame tarihi 22.05.2013..

Karar tarihi de 13 Nisan 2018..

O günden bu yana da..

Yargıtay’da bekliyor..

Zaten iddianameyi hazırlamak için bile 16 yıl geçmiş..

Kararı vermek için 5 yıl geçmiş..

Şimdi de Yargıtay’da bir yıldır bekliyor..

Daha ne kadar bekleyecek ise..

Oysa..

Her şeyi ile, halkın gözünün önünde cereyan eden bu olaylar için, yargılamalar bu kadar zor olmamalı..

İşi hukuk kuralları içinde labirente çevirerek, kimsenin bir şey anlamayacağı çözümsüzlüğe götürmemek gerekir..

Diyeceksiniz ki, “Darbenin asker ayağı yargılandı. Kör topal da olsa, bir süre cezaevinde yatan oldu. Mahkumiyet alanlar oldu.. Ama 28 Şubat darbesinin medya ayağına dokunan olmadı.. Siyaset ayağından hesap sorulan kimse olmadı.. İşadamları ayağına, ‘Siz neler yaptınız öyle?’ diyen olmadı..”

Haklısınız..

Darbenin asker kolunu görüp, medya kolunu görmezden gelmek..

Asker sınıfından generalleri yargılarken, sivil sınıftan işadamı generalleri yargılamadan muaf tutmak..

Hiç akıl kârı değil..

Oysa, dava basit..

İddia basit..

Yargılama da basit olmalı..

Nedir iddia?

12 Haziran 1997 tarihli Hürriyet’in manşetindeki “Gerekirse silah bile kullanırız” başlığı.

Her şeyi ifade etmiyor mu?

Çağırırsınız, Hürriyet’in o tarihteki genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök’ü, oturtursunuz sanık sandalyesine..

“Söyle bakalım Ertuğrul.. Silah kullanmaktan bahsedilen manşetin spotunda, ‘Genelkurmay Başkanlığı, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya çalışan irticaya karşı mücadelede gerekirse silah kullanılacağını açıkladı’ diye yazmışsınız. Bu açıklamayı yapan kişiyi, söyler misin?”

Ertuğrul Özkök, kem edecek, küm edecek.

“Haber kaynağım gizlidir” diyecek..

“Tamam Ertuğrul’cuğum, biz o lafı edenleri, başka delillerle bulduk, cezalandırdık zaten.. Ama sen kaynak gizli ayakları ile, meşru hükümete karşı yapılmış silah kullanma tehdidini yayınlayan kişi olduğuna göre, senden başlayalım, medyadaki darbecilere cezaları vermeye” dersiniz..

Olur, biter..

Topu topu, 10 dakikanızı alır, tüm yargılama..

Ardından, çağırırsınız Oktay Ekşi’yi huzura..

“Aaaa.. Ne tesadüf Oktay amca.. Sen de gazetenle aynı gün, silahtan bahsetmişsin.. ‘Gerekirse silah da kullanarak’ başlıklı yazını üç harfliler mi yazmanı istedi? Nerden aldın bilgiyi” dersiniz..

Onun da vereceği cevabı üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliyoruz..

“O günlerdeki konjonktür gereği..” diye başlayıp devam ederken..

“Sadede gel Oktay amca..” der, hatırlatırsınız: “Silahtan bahsediyorsun.. Herhalde ‘Kastım oyuncak silahtı’ diyerek aklımızla alay etmeye kalkmazsın.. Kimlerle işbirliği içindeydiniz, anlat, anlatmasan da, karar hazır zaten” dersiniz..

Geçersiniz..

Çağırırsınız Cumhuriyet’in o tarihteki sorumlusunu..

“Siz biraz başlığı değiştirmişsiniz.. ‘Gerekirse silahla koruruz’ demişsiniz.. Hayrola?.. Çekindiğiniz bir şey mi vardı?” der, kafa bulursunuz..

Ardından Mustafa Balbay’a sorarsınız: “İrticaret’ten kastınız neydi? Haziran’da başkentin karanlık bulutlar tarafından istila edildiğini söylerken kastınız neydi?”

Yok öyle, “Efendim ben bir tespit yapıyordum.. Görüntü öyle idi” falan numaralarını..

“Sen 28 Şubat darbesinin neresinde idin, söyle arkadaş. Kara bulut, Erbakan hükümeti miydi? Seçmenin sandıkta oy verdiği partiye, siz kara bulut gözü ile mi bakıyordunuz? Sen CHP’ye oy vereceksin.. CHP seçimi kazanamayacak.. Senin eşit şartlarda yarıştığın rakip parti seçimi kazanacak. Sonra sen, darbeci generallerle iş pişirip, ‘Kara bulutlar’ diyerek, ayak oyunları ile hükümeti devireceksin öyle mi? Otur yerine.. Başaramadınız. Aldığın not da sıfır” der..

Onu da mahkumiyet listesine geçirirsiniz..

“Gel bakalım Milliyet” diyerek, sıradaki kartel yöneticisini çağırır, oturtursunuz sanık sandalyesine..

Sorarsınız: “Şu başlık açık seçik her şeyi ifade ediyor ama.. Biz bir de size soralım istedik.. ‘Ordudan son uyarı’ manşetinizin anlamı ne idi?”

Hemen devamında Derya Sazak’ı çağırırsınız: “Derya Bey.. Siz de aynı gün, şöyle başlık atmışsınız: ‘Tek, tarih vermediler..’ Demek siz darbeyi öğrenmişsiniz.. Sadece tarihini size vermemişler.. Öyle mi? Yoksa tarihi verdiler de.. Siz kıskandınız da mı, yazmadınız? Yoksa.. Muhataplarınıza Çin işkencesi yapmak için, ucundan azıcık azıcık bilgilerle mi yetiniyordunuz? Bir söyle de herkes öğrensin, ‘tarihi verilmeyen’ ne idi Sazak efendi? Çokomilk’lerin son kullanım tarihi mi?”

Sonra onu da alırsınız listeye..

Dönemin Sabah’ını unutmayalım..

Zafer Mutlu’su, Fatih Çekirge’si ile..

“Muhtıra gibi brifing” manşetini atanları da çağırırsınız..

“Genelkurmay’daki brifingi izleyen Sabah ekibinin ortak yorumu” diyerek, “Askerin hükümete muhtıra verdiği” iddiasında bulunan, ama tek kelime ile bu muhtırayı eleştirmeyen Sabah ekibinin kimlerden oluştuğunu sorarsınız..

“Tehlikeye büyük” ile neyi amaçladıklarını, “Silahla korumak” ile kardeş kavgasını mı kasdettiklerini sorup, onları da mahkumlar listesine alırsınız..

Hiç zor değil..

Tartışılacak küçücük bir konu yok..

Suçlar açık..

Deliller ayan beyan ortada..

“Bizim yaptığımız gazetecilik” diyenlere, “He he.. Biliyoz zaten” der, cezaları bastırırsınız..

“Bizim yaptığımız da yargılama.. Darbecilerin cezalarını verme” der, tebessümle birlikte kararı açıklarsınız..

Hiç zor değil..

Darbenin medya ayağı yargılanırken..

Bir yandan da..

“Asker abilerimiz bize hükümet kurma görevi vermiş.. Ne güzel etmişler” diyerek, bakanlık koltuğuna oturan, ardından 28 Şubat kararlarındaki kanunları çıkartanları da, alırsınız sanık sandalyesine..

Bir dönem yapılan hukuksuzlukların hesabını sormuş olursunuz..

Ki..

Kimse..

“Bizi gazeteciler destekler, işadamları desteklerse, başarırız” diyerek, 27 Nisan 2007 muhtırasına teşebbüs edemesin..

15 Temmuz 2016 hain darbe girişimine teşebbüs edemesin..

ÇOK OKUNANLAR
Yorumlar